2 Aralık 2012 Pazar

Dün her şey çok saçmaydı

Dün dramaturji hocası "ödevleri göreyim" dedi. Bende ona dedim ki;

"Hocam ben başladım ödeve. Birinci bölümü bitirdim, tam ikinci bölüme geçtim ki koyverdim. Kendini bırakmanın verdiği rehavetle vazgeçtim yapmaktan. Çünkü o an öyle olması gerekiyordu, anlayabildiniz mi?"

Hoca bir düşündü ve beni anladı! "Kendini bırakmanın verdiği rehavet" teki kelimeler kendini tekrar ediyor gibi görünsede aslında tekrar etmiyor ve bir akış bir süreklilik belirtiyordu -gevşek bir süreklilik-
Ama o beni anladı ve sıkboğaz etmeden o anı gözünde canlandırdı. Sınıftaki herkes yaşamıştı o anı. Çok saçmaydı ama yaşanmıştı. 
Evet hala çok saçma, ama yaşandı. ANLATABİLİYOR MUYUM? 


16 Kasım 2012 Cuma

Katmerli bilgisizler

Medyada Dil Kullanımı hocamız gerçekten dünyanın en atarlı giderli notunu hazırlamış. Notların içerisinde böyle tomarla aşağılama, ayar verme ve tehdit var. Gecenin köründe iliklerime kadar ürperdim! 

Her şeyi geçtim de annem beni doğurmak için bu kadar zamansız bir gün seçemezmiş gerçekten. (17 Kasım) Küçükken doğum günüm hep ramazana denk gelirdi -ki ramazanı kasım ayına özgü bir şey zannederdim - Biraz daha büyüdüm bu sefer matematik sınavlarına denk gelmeye başladı. Aha üniversitede okuyorum bu seferde vizeler... Yeminlen lanetliyim! Hoş öyle yardıra yardıra doğum günü kutlayacağımızdan değilde insan bir doğum gününde de gün yüzü görmek istiyor be gardaş. (Kasım ayı bal-kaymak gibi aysın o ayrı)


Birde bütün gün "derti gönüllere giren, benim Zeki Müren" diye etrafta bangır bangır bangırdadım. Saçmalık. Saçmalık. Saçmalık!




4 Kasım 2012 Pazar

     Çalıştığım geçici yer paramı hala yatırmadığı için sefaletle koyun koyuna geçen günler yaşıyorum. Cüzdanımı açıp açıp "nasıl yaşanır seninle, nasıl nasıl" diye soru sorup kendimi kaybetme seviyesine geldim. Neyse, yaramı daha fazla deşmeyeceğim. 
     Tiyatroda sezon oyununda kendime ufak bir rol edindim. Melek (!) olacağım. Kanadımın tülü yırtık ve tütüm kayıp olduğu için görsel bir şekilde destekleyemiyorum yazımı, ne acı :( Yönetmen hala bana ve arkadaşlarıma "barzo melekler ahahahahha" deyip gülüyor ki ben hatırı sayılır bir dans geçmişi olan insanım. İçim param parça! Dün hayatımda bir ilki yaşadım ve hırs yaptım gittim aynanın karşısında hareketlere çalıştım. Bugün melek performansımla insanların aklını başından almazsam büyük ihtimalle kahrımdan sahnenin ortasında öleceğim. 
     Gereksiz hırslarla yitip giden hayatlar....

28 Eylül 2012 Cuma

Dört günden beri evden çıkmıyorum. Benim gibi hayatının bir dönemini "dışarı çıkmazsam öleceğim, duvarlar üstüme üstüme geliyor assajdhasj" nidalarıyla geçiren bir insan için o dört (4) gün gerçekten cehennem. (Cehennem ne lağ)

Dört gün boyunca bari otur kitap oku, film izle bir şey yap değil mi? Yok!! Bütün gün dizi izliyorum. Zorlantının dibine vurdum resmen.

Ayrıca yarın Temel Oyunculuk dersi için hoca "sizden isteyebileceğim bir şeyleri oynayın, iddialı olsun, bir şey böyle, güzel bir şey, sınırsız bir şey" diyerek bir ödev verdi. Ama bütün yaratıcılığım beynimden popoma aktığı için ben hala BİR ŞEY ortaya çıkartamadım. Tam oturuyorum, düşünmeye başlıyorum sevgilimden mesaj geliyor "dar geldi sana Angara. Şaziye'de gaçmış Osman'a" diye.
Geçen Zeynep'te kaldığım gecede sergi-müze muhabbeti yaparken aniden kendimizi Ankaralı Namık eşliğinde göbek atarken bulduk. Hatta Ankara'da okuyup sırf eğlencesine düğünlere giden arkadaşlarım var.

Sanat hayatımı baltalayan bir şey varsa o da Ankara havasıdır. BU KADAR DA NETİM!

12 Ağustos 2012 Pazar

   Annem ve kardeşim beni babamla baş başa bırakıp tatile gittiğinden beri hem çalışan hem evi idare etmeye çalışan kadıncılık oynuyorum. Evet evet yanlış duymadınız "çalışan" dedim çünkü gazetede staja başladım hemde kültür servisinde. Ağustos ayında kültürde başlamam biraz aptalca çünkü ağustos resmen kültür için kör mevsim bebeğim! Bir muhabirin "abi biri ölse de haber yapsak, ooof bu cümleyi kurduğum için kendimden çok utanıyorum" dediğini bile duydum. Ahmet Kaya'dan Tedirgin bizlere gelsin.
   Neyse dönelim annemin yokluğunda nasıl feci bir ev kadınına dönüştüğüme. Sabah kalktığımda odamı tam anlamıyla kıçım gibi bırakıyorum. Babam daha geniş çaplı çalışıp bütün evi kıçı gibi bırakıyor. Sevgili babacığım eve geç geldiğinden ortalığı toparlamak bana kalıyor ve sabah "ahh habere koşmalıyım bebeğim, o haberi daha yazmadım tatlım" falan triplerine giren ben tam anlamıyla bir Güllü olup çıkıyorum. Hadele hüdele bir ev toparlamaya çalışmam var ki.... Birde çözemediğim çok mühim bir sorun var oda şu "iki kişiden bu kadar bulaşık nasıl çıkar?" İnanamıyorum!! Her bulaşık makinesini açtığımda büyük bir kalp sıkışması, göz pörtlemesi, amanın fenalara sürükleniyorum! Bu olayın tek bir açıklaması var; babam aslında bir filmiş ve yirmi sene boyunca gerçek kimliğini bizden saklamış.
   Bu yazı daha fazla devam ederse babamı çok fena bir şekilde harcayacağım. Ama son bir şey söylemek istiyorum insafsız mısın be adam, niye çikolatalarımı yiyorsun? Regliyim, çıldırıyorum!!! Anne dön evine, haklıymışsın "bizim yaptığımız işleri sen bir yerlerinle yapabilirmişsin". Ben sana gitme demiyorum, git gene git de babamıda al yanına öyle git. 

Lütfen...
"Dertlerimi zincir yaptım birbirine ekliyorum"
  
  

10 Temmuz 2012 Salı

Tatilden geldim ve adımımı atar atmaz birisi bana "sen tanrının bitirme tezi olmalısın" dedi. Bana dedi!  Yediğim laflar bile eğitim öğretim üzerine şekillenmişken haber toplama ve yazmadan geçtiğimi göğsümü gere gere, tükürüklü sevinç çığlıklarıyla dile getirmek istiyorum. Öğrendiğimde Ege sahillerinde üç gün üç gece kutlama yaptım. Ateşler yakıp yakıp atladım, durmadım. Aklıma şu an bu geldi. Özür dilerim. ıhııım...

Daha deminde çocukluk arkadaşım Oğuz'la birlikteydim. Oda tatilden yeni dönmüştü ve anlatacağı bir sürü şey vardı. Kendine yaz aşkı yapmış, derdine yanacak omuz arıyordu. Ve bende her yaz aşkı için ağlayan arkadaşa yardım etmek isteyen türk dostu gibi geleneği bozmadım ve sırasıyla "Başlamam biteceğini bile bile bu aşka başlamam" ardından "ahh yaz aşkım yaz aşkım. Yarım kalan ilk aşkım tek aşkım" nakaratlı Ege parçalarını söyledim. Böyle klişeleri kendime görev etmek gibi bir durumum var. Sonra sıkıntı yapıp, şişiyorum.

En can alıcı nokta ise "on beş kişiye saldırdım" diye diye uyuyacak olmam. Serbest çağrıştığım zamanlar beni çok korkutuyor. Ohh neyse... Sağlıcaklan.


25 Haziran 2012 Pazartesi

Yoo dostum yoo...

Yazın gelmesiyle içimdeki miskin yeniden gün yüzüne çıktı. Bütün gün "bir şey yapmadan oturmak" eylemini gerçekleştiriyorum ve belirtmem gereken bir nokta var ki oda şu hala okulum bitmedi (çığlık efektti) Delireceğim! Hoş bütünlemelere çalıştığımda yok ama psikolojik olarak bu olaydan çok etkileniyorum. Mesela hala sınav takvimi var, odada asılı. İşte o takvim yazın gelmesini, odama güneşin doğmasını engelliyor. Sinirlendiğim ikinci nokta ise kaldığım dersler. Tamam iletişim sosyolojisinden kalmam çok normal, kabul ediyorum. Vizesine gram çalışmadım beş (5) puan alıp oturdum kıçımın üstüne kabul ama haber toplama ve yazma neyin nesidir? Haa!?! Ben bu yaşımda iki (2) tane adli tıp dolaştım be o kadına ödev getireceğim diye. İspatım da var aha:

Adli tıp koridorlarında böööyle bekledim. Ne için 35 alıp büte kalmak için mi? Hepsini geçtim,
Çok kalbim kırıldı ağbi...